Selvin Gül Kara
Sayamadığımız kadar viraj döndüğümüz halde hâlâ şehrin merkezine ulaşamadığımızda bir homurtuyla çıktı babamın sesi:
– Ben hiç beğenmedim burayı. Ne yap ne et ilk dönemde Trabzon’a yatay geçiş yap. Seni böyle bir yerde bırakmaya gönlüm el vermiyor. Şuraya bak, düz bir yeri bile yok!
Oysaki ilk tercihlerime Artvin’i yazdıran da babamdı. Yani ne istediğim şehirdi Artvin ne de istediğim bölümdü sınıf öğretmenliği.
Köprübaşı’ndan döndüğümüz ilk virajdan sonra ağlamamak için kendimi o kadar zor tutmuştum ki… Hayalini kurduğum üniversite kentlerine hiç benzemiyordu bu şehir. Birkaç viraj daha döndükten sonra duvar yazılarını, sosyal demokrat ve sosyalist partilere ait söylemleri, Che Guevara tişörtlü gençleri gördükçe yüzümde anlamsız bir tebessüm belirdi. İçimde bir güvercin kanat çırpmaya başladı adeta. Neyse bir şekilde ulaştık çarşıya. Bir tanıdığımızın akrabası karşıladı bizi. “Cağ dönerini tatmadan olmaz.” dedi. O gün öğrendim Artvin’e gelince döner yemeden dönülmeyeceğini. Daha birçok şey öğrenecektim aslında. Bu şehrin göründüğünün ötesinde, içinde yaşadıkça bize öğreteceklerini… Nereye girsek bir güler yüz karşıladı bizi. Masalarındaki çeşit çeşit meyvelerle dolu tabaklar sanki her an misafir ağırlayacak gibi hâlihazırda bekliyordu. O meyvelerden tatmadan çıkamıyordunuz girdiğiniz her yerden. İnsanları, bir yabancı karşılar gibi değil de uzaktan gelmiş bir akrabasını karşılar gibi karşılıyordu bizi. Babamın şehre girişteki homurdayan sesinin yerini tebessüm ve yumuşacık bir ses almıştı:
– Ne kadar iyi insanlar…
Ve sonra…
Sonra ben dört yılımı geçirdim bu küçük ama mütevazı kentte. Belki yokuşlu yollarında rahat rahat yürüyemedim ama gönül rahatlığıyla attım adımlarımı gecenin geç saatlerinde bile. Hiç kan bağım olmayan insanlarla akrabalığın ötesinde bağlar kurdum. “Öğrencisiniz, bugün bize yemeğe gelin.” diyen aileler tanıdım. “Pasta yaptım, çay demledim, hadi gelin.” diyen teyzelerimiz oldu. Çamaşırlarımızı yıkayan Leyla teyzemiz oldu bizim. Yıllar sonra bir 1 Mayıs günü Artvin’de alanda sesinden tanıyıp geri dönüp sıkı sıkı sarıldım ona. Koşulsuz sevgisini bir kez daha hissettim o gün.
Atabarını, Cilveloyu, Düz Horonu, Hemşini, Şavşat Barını, Sarıkızı öğrendim, oynadım. Bir horon halkasında dört dilden komutlar duydum, dört dilden ezgiler söyledim. Kafkasör’üne hayran kaldım, Deli Çoruh’unun kenarında sildim gözyaşlarımı zaman zaman. İşhan’da, Ardanuç’ta hissettim buram buram tarih kokusunu. Konuşurken birbirleriyle kavga ettiğini düşündüğüm Hemşinlilerin yüreklerinin güzelliklerini gördüm. Bütün Karadenizlilere “Laz” derler ya! Burada öğrendim Lazların kendilerine ait bir dili ve karakteristik özellikleri olan bambaşka bir etnik yapı olduğunu. Bir Gürcü’ye âşık oldum. Gürcüce “seni seviyorum” dedim.
Çarşısına çıktığımızda Maksim Gorki’den, Dostoyevski’den bahseden esnaf amcalarla tanıştım. Bu kente geldiğim zaman anladım ben her üniversite mezununun kendi işini yapmadığını, cahilliğin veya bilgeliğin üniversite okumayla bir alakası olmadığını. Çünkü bu şehrin her köşesi bir okul gibiydi, döndükçe yeni şeyler öğrendiğiniz.
“Artvin’e bir gelen ağlar, bir giden ağlar.” sözü çok doğruymuş. Kopamadım bu şehirden, Borçka’ya atandım. Aşık olduğum Gürcü’yle evlendim. Eksik parçamı buldum bu kentte. Başka yerde olmayı da denedik, yapamadık. İçimizde taşıdık Artvin’i gittiğimiz her yere. Kendi memleketimi benliğimde bu kadar hissedemedim. Ama burada talan edilirken Cerattepe, acısını hissettim kilometrelerce ötede. O zaman anladım, direnmeyi de ben Artvin’de öğrendim. İlk geldiğimde kocaman kutudan çıkan küçücük bir hediye diye tanımladığım bu kentin başka bir ilçesinde buldum tekrar kendimi.
Birey olmayı, kendine yetmeyi, mütevazılığı, özgürlüğü, asiliği bu kentte öğrendim. Biraz doğasından aldım, biraz kültürel zenginliğinden, biraz insanından, biraz görkemli dağlarından, biraz ezgilerinden kattım kendime. Yeni bir ben yaptı bu kent bende. İlk gün Köprübaşı’nda döndüğümüz ilk virajda hayal kırıklığından doğan ağlama duygusu yerini burnumda ince bir sızıya bıraktı. Özlemin, vefanın, insanlığın, ilk aşkın sızısına…