Ana SayfaYayınKarçal DergisiYıldız Gölü Boğası Efsanesi

Bunları da beğenebilirsin!

Yıldız Gölü Boğası Efsanesi

Soner Özçelik

 

Gündönümü fırtınası o yıl her zamankinden üç gün önce gerçekleşmişti. Haziran ayının yirminci gününün ilk saatlerinde Reupa yatağından kalkarak üstünü giyindi ve sobayı yaktıktan sonra ahırı kontrol etti. Tekrar eve girdiğinde eşi Şaşvi ıhlamur çayını kaynatmış, khmiadi, bal ve çiçitakveliden oluşan bir kahvaltı hazırlamıştı. Çıra ışığında yapılan kahvaltıdan sonra önceden hazırlamış oldukları yükleri at ve katırlara yerleştirdiler. Bu sezon menahire görevi Reupa’ya verilmiş olduğu için herkesten önce yola koyulması ve yaylaya ilk çıkan kişi olması gerekiyordu. Eşi Şaşvi büyükbaşlardan oluşan sürüsünün bağlarını özenle açıp tavkaplarını sürünün boyunlarına sabitledi. Boğaları ise iplerinden tamamen serbest bırakarak yüklü atlarla birlikte sürünün önüne geçti. Şaşvi’nin sürüyü çağırma sesine tüm sürü uyum sağlamış ve hizaya geçmişti, Reupa ise sürünün ardında çıra ateşiyle yol alıyordu. 

Kırkdolambaç Geçidi , Macahel “Yaylaya Yolculuk” (Zafer Güngüt)

Sanatisi’nin (Alaca Köyü, Işıklı Mah.) dar ve oldukça yüksek olan tarihi kemer köprüsünü de sorunsuz bir şekilde geçtikten sonra Deviskeli (Kaynarca) köyüne vardılar ve büyük ormana girdiklerinde günün ilk ışıkları onları karşıladı. Deviskeli köyünden bir iki hanenin sürüsü önlerindeydi. Diğer sürünün kokusunu alan boğalar saldırganlaşarak sürüden ayrılmak isteseler de Reupa sürünün önüne geçerek buna engel oluyordu. Ormanda yükselerek ilerledikçe dağ çayırlarının taze kokusu hissedilmeye başlamıştı. Sürü taze ot kokusunu aldıkça daha da hızlanıyordu. Deviskel Küçük Yayla’ya vardıklarında mola verdiler, sürü otlamaya başlayınca meşorde Şaşvi ve Reupa da azıklarını bir taşın üstüne sererek atıştırmaya bir yandan da sohbete koyuldular. Bu sırada uzaktan bağrışmalar ve böğürtüler geldi. Sesin geldiği yere doğru gittiklerinde kendi boğaları olan Zvavi komşu köyün boğasıyla dövüşmüş ve ona ciddi yaralar vermişti. Boğalar için normal olan bu durum sahipleri için de gayet normaldi. Sürüyü toparlayıp yola devam ettiler. Verketili suyuna vardıklarında öğlen olmuştu, şimdi çok riskli olan Didağmartiyolu başlıyordu. Bu yol 7 kilometrelik sırt hattı boyunca ilerlerken bazı yerlerde dağın güneyine bazı yerlerde ise kuzey yamacına doğru iniş ve çıkışlarla devam ediyordu. Çoğunlukla riskliydi, en küçük bir hata dönüşü olmayan sonuçlar doğuracak kadar tehlikeliydi. Sürünün olgun bireyleri yolu iyi bilse de toy erkekler en riskli yerlerde en riskli hareketi yapmaya meyilli olduklarından Reupa sürüyü böldü ve tosunları en arkada bıraktı. Sürüyle tosunların arasında Şaşvi vardı, kendisi de atları yularlarından çekerek öne geçti. Bumbulikedi’ye yaklaştıklarında yolda oldukça büyük lankerler (kar birikintileri) vardı. Önden hızla ilerleyip lankeri kontrol etti, yüzeyi yumuşamış az da olsa iz oluşturuyordu. Bu, sürünün geçmesi için uygun olsa da yine de riskliydi ve başka bir çare de yoktu. Sürünün büyük bir kısmı geçmişti ki geriden gelen tosunlar kar üzerinde birbirlerinin üzerine atlamaya başladılar. İki tosun karların üzerinde yuvarlanmaya başladı ama neyse ki hemen toparlanıp ayağa kalkmayı becerdiler ve Didağmart geçişi sorunsuzca yapılmış oldu. İleride Karçal tüm heybetiyle duruyordu, Bumbulikedi’den inişe başladılar ve Tsitelmitsa’yı (Kırmızı toprak) geçerek Beyazsu (Tetriskali) Yaylası’na ulaştılar. Reupa atların yükünü çözdü ve terlerini sildikten sonra üzerlerini keçeyle sararak yaylıma bıraktı. Artık yayla evine yerleşmişlerdi. Ertesi güne kadar Aravet (Arkaköy), Shuakhev (Alaca) ve Ebrika (İbrikli) köyünden gelen tüm sürüler buraya ulaşacak ve boğalar ayrıştırılarak nahır olarak belirlenen öküz çayırına götürülecekti. Burada boğalar sığırlardan ayrı bir bölgede otlatılarak, hem daha iyi gelişimleri sağlanır hem de çiftleşme zamanı aralarında çıkabilecek ölümcül savaşlar kontrol altına alınır, baharda saban süren boğalar hızla eski kuvvetlerine kavuşmuş olurdu. Çünkü güz döneminde de yük taşımak için iyi bir beslenme sürecinden geçmeleri gerekiyordu. Öküz çayırları da bunun için düzenlenmişti. Öküz çayırına boğalar alınmadan önce güvenli bölgelerde kendi aralarında kontrollü dövüş yapmalarına izin verilir ve aralarındaki lider seçimi sağlanırdı. Lider belirlendikten sonra hiyerarşik yapı yine dövüşlerle en zayıfa kadar sürerdi. Akşam saatlerine kadar ve ertesi gün sürüler gelmeye devam etti, tüm sürüler geldikten sonra boğaların dinlenmesi için bir gün daha beklediler ve lider seçimi yapıldı.

Reupa’nın boğası Zvavi lider oldu ve boğa sahipleri öküz çayırına boğalarını sürdüler, Reupa da böylece görevinin başına geçmiş oldu. Nakakhlev, Beyazsu Yaylası’nın doğusunda bir tarafı boydan boya uçurum ve bir tarafı orman olan, sırtını dağa yaslamış bin bir türlü çiçekten oluşan çayırlık bir alandır. Uçurum doğal bir duvar oluşturduğu için tek bir noktadan girişi vardır ve bu giriş bir kapıyla kapatılınca boğaların yaylaya geri gelip inek sürülerine karışma ihtimali engellenmiş olurdu. Sayıları 250’den fazla boğa, sürü halinde çayıra yayılmış Karçal’ın besin değeri yüksek otlarıyla keyifle besleniyorlarken Reupa da derme çatma çoban barakasının kıştan kalma hasarlarını gideriyordu. Çoğunlukla burada kalacak olsa da bazı günler yaylayı ziyaret etme şansına sahipti. Böylece nahır sezonu açılmış oldu. Günler kendi seyrinde gelip geçmeye, boğalar da keyif içinde dağ çayırlarında beslenmeye devam ediyordu. Bir gün Reupa ihtiyaçları için yaylaya indi ve öğleden sonra tekrar öküz çayırına döndüğünde garip bir durumla karşılaştı. 

Zvavi’nin ciddi yaraları vardı ve oldukça saldırganlaşmıştı. Sürüden başka bir boğayla tekrar dövüşmüş olabileceğini düşündü, sürüyü tek tek kontrol etti ama boğaların hiçbirinde taze yara izine rastlamadı, bu çözemediği bir durumdu. Boğanın yaralarına tuzlu tereyağı sürerek ilk müdahaleyi yaptı. Hava karardığı için yapması gereken ikinci müdahale için sabahı bekleyecekti. Gece boyunca bu durumu düşündü, sürüden hiçbir boğayla dövüşmediği halde bu yaraların sebebi ne olabilirdi? Boğası halen lider konumundaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde şiddetli bir fırtına koptu. Önce yağmur sonra da kuvvetli bir dolu başladı. Karçal’ın keskin uçlu zirvelerini yıldırımlar dövüyor, rüzgâr ise can yakıcı şiddette esiyordu. Üstü tamamen açık olan ağıl, etrafı bir metre yüksekliğinde duvarla çevriliydi. Şiddetli dolu sürüyü tedirgin etmişti ve bu alarm demekti. Sürü sığınmak için içgüdüsel olarak ormana inmek isteyecekti. 

Eğer sürü duvarı aşıp ormana inerse genç boğalar kurt ya da ayıya yem olabilirdi. Hava yabaniler için idealdi. Reupa uzun değneğini aldı ve fırtınanın tüm şiddetine direnerek ağıl etrafında sürekli dolanarak oluşabilecek aksi bir durum için mücadele vermeye başladı, bir taraftan da sesiyle sürüyü sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu yöntem belli nidalarla yapılırdı. Sık sık büyük boğalara adlarıyla da seslenerek yerlerinde kalmaları için onlara komut veriyordu Reupa. Bu bölgede boğalar çok genç yaştan itibaren uğeliyle eğitildiklerinden komutlara da alışkındılar. Reupa’nın müdahaleleriyle biraz da olsa sakinleşen boğalar birbirlerine sokularak fırtınaya direndiler, sonra hava dindi ve bulutlar dağıldı. Karçal’ın göğünde artık yıldızlar parıldıyordu, hafif bir esinti kalmıştı geride ve çayırların rüzgâra söylediği şarkıyla uykuya daldı Reupa. Sabah çok erken saatlerde ormana indi ve ladin ağacından kopardığı reçineyle boğasına bir pansuman daha yaptı. Sürüyü yaylıma sürdü ve yorgun geçen geceden kalan uyku borcunu gidermek için tekrar uyudu.

Reupa rüyasında çayırların içinden kendine doğru koşan bir boğa görüyordu. Boğa, Reupa’nın yanına yaklaşana kadar koştu ve durdu. Aralarında beş boğa boyu mesafe vardı, daha önce hiç görmediği kadar heybetli, hiç görmediği kadar asil ve güzel bir boğaydı bu. Boynu koyu kahverengiydi ve aslan yelesi gibi tüylüydü. Sırtından kuyruğuna doğru açık renk bir şerit geçiyordu, altın sarısı gövdesi vardı. Kuyruğunun ucundaki püskül kocamandı ve yere sürtüyordu. Bacakları da boynunun rengindeydi, boynuzlarının kökü kalındı, uçları çok sivriydi ve pırıl pırıl parlıyordu. Fakat gözleri kırmızıydı, sanki kan bürümüştü. Reupa’nın nutku tutulmuştu. Tek boynuzunu toprağa batıran boğa büyük bir kütleyi söktü ve havaya fırlattı.

Sonra diğer boynuzuyla aynı şeyi yaptı ve Reupa’yla göz göze geldiler. Boğa korkunç bir böğürtü çıkardı. Bu böğürtü öyle uzun sürdü ki hiç bitmeyecek sandı Reupa. Boğa Reupa’yı uyarıyordu sanki, oradan uzaklaşmasını söylüyordu. Sonra çift boynuzunu daldırdı toprağa ve tüm çayırı yerinden söküp Reupa’nın ve sürüsünün üstüne fırlattı. Sürünün üzerine çayırla birlikte taş, toprak ne varsa yağmaya başladı. Reupa sürüsünü kaybediyordu, boğalar taşların ve toprağın altında kalıyordu. Boğa son bir hamle yapıp Reupa’ya yöneldi, sivri boynuzlarını karnına geçirmek üzereyken Reupa kâbusundan uyandı. Çok korkmuştu, biraz su içti ve hemen sürüsünü gözetlemeye çıktı. Ortalıkta sürüden eser yoktu. Derinlerden böğürtü sesleri geliyordu, sesin yönüne doğru uzunca bir yürüyüş yaptı, daha önce hiç gitmediği ve hiç bilmediği bir yerdi burası. 

Ucu göklere uzanan bir doruğun dibinde büyükten küçüğe sıralanmış lacivert göller gördü. Gölün etrafı yeşil çayırlar ve çiçeklerle süslenmişti. Reupa büyülenmişti ama boğaların narasıyla kendine geldi. Birbirlerinin etrafında dönüyor, ileri geri hamle yapıyor, yeri toynaklarıyla kazıyorlardı. Hızla yanlarına varıp sürüyü toparladı ve çayıra doğru sürmeye başladı. 

Bir yandan da gördüğü güzelliğin görkemi içindeydi, dönüp dönüp arkasındaki manzaraya bakıyor, hayret ediyordu. Ara sıra da gördüğü rüyayı hatırlıyor, ürperiyordu. Çayıra ulaştığında sürünün en savaşçı boğalarının ve kendi boğasının yara içinde olduğunu gördü. Boğaların yaraları bu defa daha derindi. Anlayamadığı ise şuydu: Eğer boğalar kendi aralarında dövüştüyse neden şimdi yan yana duruyorlardı. Bu normal değildi, boğaların yaralarına reçine sürdü ve akşam olunca kulübesine döndü. Rüyasını düşündü, sonra ilk kez gördüğü gölleri ve o sarsıcı manzarayı düşündü, içini heyecan sarmıştı. Uyku tutmadı bu cesur çobanı, mızrak ve yayını alarak kulübeden ayrıldı, göle doğru yürüdü ve bir sırta tırmandı. Buradan gördüğü manzara karşısında büyülenmişti. Koyu lacivert gökyüzüne uzanan dorukların silüeti altında göl, yıldızlarla dolmuştu sanki. Bir göğe bakıyordu, bir göle bakıyordu. Yer gök yıldızlarla süslenmişti. 

Reupa, bu göl Maskulava Gölü olmalı diye geçirdi içinden. Uzunca bir süre sırttan gölü izledikten sonra esrikleşmişçesine oradan ayrılmaya koyuldu. Dönerken durup durup bir daha bakıyordu, sırtı aşacakken son bir kez daha baktı ve gölün ortasında bir fokurdama olduğunu fark etti. Sonra dönüp yine baktı bu defa fokurdama yoktu, “meçveneba” dedi ve oradan ayrıldı. Sabah olduğunda sürüyü çayıra sürdü ve olanları anlatmak için yaylaya döndü. Yayladakilere yaşadıklarını, rüyasını ve gölü anlattı. En çok gölü konuştular, orada öyle bir gölün olacağına kimse inanmadı ama yaşlılar rüyayı iyiye yorumlamadılar. 

Eğer orada bir göl varsa ve sürü huzursuz oluyorsa kendilerine ait olmayan bir bölgeyi işgal ettikleri fikrine vardılar. Ayrıca boğaların sürekli yaralanmaları da boğa sahiplerini endişeye düşürmüştü. Henüz varlığını bilmedikleri başka bir güç, boğalarına zarar veriyor olmalıydı. Zvavi’nin çok güçlü bir boğa olmasına rağmen bu denli yara alması, üstelik sürüdeki diğer boğaların yardımına rağmen yara alması, ciddi bir durumun olduğunu gösteriyordu. Ama çoğunluk olarak yeni bir öküz çayırı belirleseler bile bu sezon bunu yetiştiremeyeceklerini görerek mevcut çayırı bu sezon kullanmaktan başka çözüm yolu olmadığı yönünde karara vardılar. Yayla halkı baş boğanın kendini daha iyi savunabilmesi için de boynuz ve baş kısmını koruyacak şekilde bir zırh yapmaya karar verdi. Bu zırhı Nigia köyünden usta bir demirci yaptı. Zırh iki boynuz ve bir alınlıktan oluşuyordu, boynuzlar çok sağlam ve uçları bıçak keskinliğindeydi. Zırhı Zvavi’nin boynuzlarına ve baş kısmına sabitleyecek şekilde hazırladılar. Reupa’ya sürüyü daha kolay kontrol edebilmesi için bir yardımcı verdiler. 

Akşama doğru Reupa ve yardımcısı çayıra vardıklarında sürünün yarısı kan içindeydi. Aralarında konuşup karar verdiler, bir daha sürüyü göle doğru sürmeyeceklerdi. Ertesi gün sürünün önüne geçtiler ve göl tarafına gitmelerine engel oldular. Zvavi’ye zırhını taktılar. Boğalar artık daha sakindi ve günler sonra yaraları da iyileşti. Ama Zvavi kendini toparlar toparlamaz göle doğru gitmek istiyordu, diğer güçlü boğalar da öyle. Buna engel olmakta çok zorlanıyorlardı. Bir gün boğaları serbest bıraktılar, göle doğru gitmelerine müsaade ettiler. Ama tedbiri elden bırakmamak için de sırt hattından sürüyü takip ettiler. Gölün en iyi göründüğü noktadan sürüyü izlemeye koyuldular. Zvavi en önde gölün kıyısına indi, toynaklarıyla yeri eşeledi dövüş pozisyonu aldı ve burnundan buhar fışkırtarak saldırı pozisyonu aldı. Reupa ve yardımcısı şaşkındı çünkü ortada Zvavi’nin dövüşeceği bir boğa yoktu, sonra diğer savaşçı boğalar da gelip gölün kıyısında saldırı pozisyonuna geçtiler. Artık böğürtüler kesilmişti sadece burunlarından çıkan sert hava sesleri vardı. Bir müddet sonra o da kesildi her şey durmuş gibiydi. Gölde tek bir çalkantı bile yoktu, gölün kıyı bölümünde heykel gibi duran boğalar, boğaların ardında sürü… Uzunca bir sessizlikten sonra göl fokurdadı, Reupa ve yardımcısı donakalmıştı. Fokurtular yoğunlaştı kıyıya yakın bir yerde içinden büyük bir boğa çıktı. Bu Reupa’nın rüyasında gördüğü boğaydı, sudan büyük bir sıçrayışla kıyıya atlar atlamaz Zvavi’yle dövüşe koyuldu. Her boynuz atışında Zvavi’den bir tutam tüy ve deri kopartıyordu. Baş kısmına zarar veremese de karnına ve gövdesine derin yaralar veriyordu. Diğer boğalar da ona saldırdılar ama hepsine büyük bir çeviklikle karşılık veriyor, kiminin boynuzunu havada uçuruyor kimini de ters çeviriyordu. Zvavi diğer boğaların yardımından bulduğu fırsatla hiddetle saldırıyor ama saldırıları çok da fazla işe yaramıyordu. Reupa korkuya kapıldı ve sürüsünü korumak için yayına okunu takıp göl boğasına doğrulttu, yardımcısı da aynı şeyi yaptı. Göz göze baktılar ve aynı anda okları fırlattılar. Büyük bir böğürtü sesi Karçal’ın koyaklarında yankılandı. Gövdesine iki ok saplanan boğa afalladı ve geri adım attı, sonra yeniden hamle yaparak Zvavi’nin zırhını parçaladı. Çobanlar bu defa mızraklarını fırlattılar, mızraklardan biri göl boğasına isabet etti, işte o anda parlak bir ışık gözleri kamaştırdı, korkunç gümbürtüler çıkaran bir kasırga çıktı. Reupa ve yardımcısı taşa dönüştü, bütün sürü taşa dönüştü, boğa gölün kıyısında durdu ve böğürtüsü sonlandı. Havayı kokladı, geri döndü ve gölün derinliklerinde kayboldu. 

Bugün Yıldız Gölü’ne giden patika yolun son aşıtının hemen sağ tarafında yan yana duran iki dikili kaya yapısı vardır bunlar Reupa ve yardımcısıdır. Göle inerken bir anda blok blok kaya parçalarıyla karşılaşırsınız, işte o kayalar da Reupa’nın sürüsüdür. O günden sonra Beyazsu Yaylası halkı öküz çayırının yerini değiştirdi ve bir daha göle sürülerini çıkarmadı. Gölü kutsal su kaynağı saydılar ve gölün bölgelerindeki suların ana damarı olduğuna inandılar. Gölü sadece belli zamanlarda kutsamak için ziyaret ettiler. Yöre halkı Yıldız Gölü Boğasının yaşadığına ve gölün koruyucusu olduğuna inanmakta. Bunun için de göle yapılacak olan hiçbir saygısızlığın er ya da geç cezasız kalmayacağını düşünmektedirler. 

 

 

Son Gönderiler